‘Hayat yokuşundan tırmanırken rastladığınız insanlara iyi davranın,
Çünkü inişte yine onlara rastlayacaksınız’
Cicero
Gene başladı halsizlikler, yorgunluklar, çöktü yüreğimize özlemler, uçuştu zihnimizde karmaşık düşünceler, dört duvar arasına sıkışıp kaldığımızı hissettik gene değil mi? Sanki yaşlılık hiç başımıza gelmeyecekmiş, hep uzaktan bakıp empati kuracağımız bir dönemmiş gibi gelmiyor muydu size de? Ta ki gelip kapımızı çalana kadar, ta ki yıllar yaş olup ömrümüze eklenene kadar.
Yıllar, yaşlar ve ardı arkası kesilmeyen sorunlar, şikayetler. En çok da kardiyovasküler sorunlar uğraştırır yaşlılarımızı. 65 -80 yıllık kalp neler gördü kim bilir? Biz daha çok işin biyolojik kısmındayız. Kalp kası genel olarak post-mitotik bir organ olarak bilinir ve kendisini yenileme yeteneği olmadığı düşünülür. Ancak multipotent kardiyak kök hücrelerinin miyosit ve koroner arterleri ömür boyu kendini yenileme yeteneğine sahip. Son zamanlarda yapılan bir kök hücre çalışmasında kalp kasının ve koroner arterlerin yenilenmesini sağlayan mekanizmaların olabileceğinin ortaya konulması bu konuda çığır açabilecek nitelikteydi. Ancak kardiyovasküler hastalıklar yaşlılarda hala mortalite ve morbiditeyi en çok etkileyen sistem.
Kalbin yapısındaki ve fonksiyonlarındaki yaşa bağlı değişiklikler kalp yetmezliğine yol açan risk faktörleridir. Burada ayrımını çok iyi yapmamız gereken bir detay var. Genç kalp ile yaşlı kalp arasındaki fark. Kalp yaşımızı belirlemek birazcık da bizim elimizde aslında. Düzenli egzersiz yaşlılığın kalp ve dolaşım sistemi üzerindeki olumsuz etkilerini azaltabilir. Amacımız sağlıklı yaşlanmak, kalbimizi genç tutmak. Yaşlılarımız genellikle dolaşımlarının yavaşlaması, oksijen yetersizlikleri, halsizlik , yorgunluk gibi sorunlarla çıkar karşımıza. Koroner arter hastalıklar ya da ortostatik hipotansiyon. Hatta ortostatik hipotansiyon dendiğinde akla ilk gelendir yaşlılar. Çok hareket etmek istemezler çünkü halsizdirler, çabuk yorulurlar, eforla artan solunum sıkıntısı yaşarlar. Bu yüzden mümkün olduğunca istirahat halindedirler ve ihtiyaçlarını gidermek için kalktıklarında ise fenalık hissi, baş dönmesi, kulak çınlaması, göz kararması ile soluğu acilde alırlar. Evet acil serviste ilk müdahale yapılır, hasta uygun pozisyona getirilip tedavisi uygulanır ama asıl önem taşıyan nokta sonrası.
Yaşlıların bu tip sorunlarla baş etmesi için uygun egzersizlerin planlanılması, beslenmesinin düzenlenmesi ve düzenli sağlık kontrollerinin yapılması lazım, eğitim alacağı danışmanlık merkezlerinin olması da. Fenalaş acile gel, kendini yalnız hissedip acile gel, hipotansiyonla acile gel, hipertansiyonla acile gel. Tabi ki gelecekler ve gelmeye de devam edecekler ama bu bir çözüm mü? Sadece kısmi çözüm. O anda yapılan tedavinin devamı olarak evde bakımı veremediğimiz, sosyal hayata katılımını sağlayamadığımız, düzenli egzersizini yaptıramadığımız sürece anlık şikayetlerini gidersek ne olur ki? Bu olay yaşlı hasta ile acil servisler arasında kısır döngü oluşturmaktan başka hiçbir işe yaramaz. Bu durum acillerdeki kaos ortamını tetikleyip doğru yaklaşım ve tedavinin aksamasına sebep olur ki bu da çalışanlar ve yaşlı hastalar için risk oluşturmaktadır.
Yaşlılar için ayrı bir geriatri hastanesi kurulsa, gittiklerinde çok fazla bekletilmeden tedavilerini alsalar, sonrası için yaşam kalitelerini değerlendiren, sağlık durumlarını düzenleyen bir merkezleri olsa…
Kısacası tedavi ve tedavi sonrasını içine alan bir sağlık hizmeti verilse daha güzel olmaz mı? Böylece acil servislerin iş yükü biraz hafiflemiş olacağından hem çalışan verimli olur hem de diğer hastalar daha konforlu hizmet alır. Evet bunları yapmak lazım da bunları gerçekleştirecek olanaklar var mı ülkemizde? Bizim ülkemiz gerontolojide bunların neresinde? İşte bunlardan da ilerleyen zamanlarda bahsedeceğim. Sağlıklı yaşlanmak ümidiyle genç kalplerle kalın…
Hemşire Dilek Yıldırım, Merkezefendi Devlet Hastanesi, Acil Tıp, Manisa